Mutlak Artık Değer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mutlak Artık Değer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Marksizm “Sınıf Mücadelesi Kuramı” mıdır?

İşçi Hareketinin yükseldiği 1960’lı yıllarda Türkiye’nin aydınları, gençleri, işçileri büyük bir açlıkla Marksizm’i öğrenmeye çalışıyorlardı. Şimdi Marksizm’i öğrenen ve bilen yok. İkinci el kitaplardan bayağı klişeler Marksizm diye öğreniliyor. Eskiden kalanlar ise öğrendiklerini bile unutmuş bulunuyorlar. Bunu somut ve basit bir örnekle gösterelim.
Geçenlerde, “Devrimci 24 Nisan – Karşı Devrimci 1 Mayıs” diye bir yazı yazmıştık. O yazıda, 1 Mayıs’ın kutlanmasının bugünün Türkiye’sinde, 24 Nisan’ı gölgeleyen, somut olarak karşı devrimci bir işlev gördüğünü yazmış ve Türkiye’nin bütün işçi ve sosyalistlerini 24 Nisan’ı 1 Mayıs veya 1 Mayıs’ı 24 Nisan yapmaya çağırmıştık. Bu öneri ve önermelerin somutluğu (Bugünün Türkiye’si ve somut olarak 1 Mayısların gördüğü nesnel işlev) göz ardı edilerek, 1 Mayıs’a kategorik olarak karşı devrimci dediğimiz türden, aslında hiç de söylemediklerimizi bize atfeden eleştiriler yapanlar oldu. Bunların üzerinde durmuyoruz. (Kaya Karan’ı bu eleştirisi yazının altında yer alacaktır.)
Bu eleştirinin yapıldığı yazıda , “Demir Küçükaydın'ın (…) yazılarında toplumların tarihlerini belirleyen ana temanın sınıf savaşları olduğu kuramı Marksizm'in dışına düştüğünü (…) görüyoruz” diye bizi eleştirirken aynı zamanda bir Marksizm tanımı da yapılmış oluyor.

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Eşitlik, Demokrasi, Özerklik ve Refah (Diyarbekir 5-6 Mayıs 2012 - Demokratik Özerklik ve Ekonomi Sempozyumuna Sunulan Bildiri)

Az önce, Moderator arkadaş, bizleri, Denizlerin idamı vesilesiyle onları anmaya davet etti ve kısa bir saygı duruşuyla andık. Bu vesileyle ben de küçük bir anımı sizlerle paylaşarak bu anmaya katkıda bulunayım.
Deniz’le arkadaştık. Devrimci Öğrenci Birliği’den. Son olarak İstanbul’da Taşkışla’da bir kantinde buluşmuştuk. Yollarımız artık ayrıydı ama birbirimize sevgimiz ve saygımızda bir eksilme yoktu. Beraberce gelecekte neler yapacaklarımızı şöyle bir konuşmak üzere şöyle bir açıldık, kantinin kalabalığından uzaklaştık. Hiç konuşmadan uzunca bir süre yürüdük. Konuşmadan ayrılacaktık neredeyse, çünkü biliyorduk neler düşündüğümüzü, hissettiğimizi. Sonunda laf nasıl açıldı hatırlamıyorum ama ben aşağı yukarı “Bu mücadele çok uzun. Milyonlarca insanın, işçinin eylemi olmadan bir şey değiştirilemez, bir devrimci parti olmadan bunlar örgütlenemez, ben bunun için işçi sınıfı ve parti için mücadele edeceğim, bu uzun bir yol” anlamında bir şeyler söyledim. Deniz de “Aslında bir yanıyla haklısın ama bu memlekette isyan geleneği yok. Bir gelenek yaratmak gerekiyor. Ben buna çalışacağım. Sonra revizyonistler gelir, bizim ektiklerimizin meyvesini yerler ama bunu birilerinin yapması gerekiyor” anlamında bir şeyler söyledi. Biraz daha sessizce yürüdükten sonra sarıldık ve ayrıldık. O dediğini yaptı. Bunu yaparken son derece gerçekçiydi ve sahte hayallerin peşinde koşmuyordu. Bir bakıma Can Yücel’in Mare Nostrum’undaki imgeyle ilk yüz metreyi en önde koştu. Ben de gençlik idealime bağlı olarak, iyi bir maratoncu olmaya çalışıyorum.